RSS2.0

Amasra Gezisi

10 Mayıs 2008 Cumartesi





Batı Karadeniz turunda, Safranbolu'dan sonraki durağımız Amasra oldu.Mevsim gereği sürekli yağan yağmur, yolculuğumuz boyunca bize eşlik etti. Otobüsümüz virajlı yollarda kıvrıla kıvrıla ilerlerken, hepimiz yolun her iki tarafındaki muhteşem manzaraları hayranlıkla seyrediyorduk. Neredeyse gökyüzüne ulaşmış ulu ağaçların üzerindeki kırmızı, yeşil, sarı ve turuncunun her tonundaki yapraklar öylesine güzel görünüyordu ki. İşte insan eli değmemiş doğanın, kendine has ve emsalsiz güzelliği bu olsa gerek. Hiç bir ressam , gözümüzle gördüğümüz bu manzaraların, bire bir tablosunu yapamaz.

Böylesine güzel manzaralar içinde ilerlerken , yolculuğumuzun bitmesini hiç istemiyoruz. Rehberimiz ilk göreceğimiz yerin Kuş Kayası Anıtı olduğunu belirttikten sonra, Amasra'nın tarihçesinden kısaca bahsediyor.Ben de anlatılanlardan aklımda kalanları sizlerle paylaşayım:

Amasra'nın ilk adı Sesamos imiş. Ünlü tarih ve coğrafyacı Strabon'a göre Sesamos şehrini, İskitler'in bir kolu olan Amazonlar kurmuşlar. Yani kadın savaşçılar olan Amazonlar. Bölgede Gasgaslar, Hititler, Fenikeliler egemenlik kurmuş. Sesamos,Fenikeliler zamanında ticaret yapılan önemli bir liman şehriymiş. MÖ. 9. yüzyıldan sonra İyonlar'ın egemenliğine girmiş. M.Ö.IV. yüzyıldan sonra Pers egemenliğine giren bölgenin adı, İranlı (Pers)kraliçe Amastris'den dolayı Amasra şekline dönüşmüş.Rivayete göre Kraliçe Amastris' in son kocası Denys, tembellik hastalığına tutularak aşırı şişmanlamış.Bu yüzden hiçbir iş yapamıyormuş.Bunun üzerine kraliçe Amastris, yönetime el koymuş. Amastris öldükten sonra, bölge Pontus Krallığının hakimiyetine girmiş. 200 yıllık Pontus döneminde, Amasra çok gelişmiş. Pontus Krallığından sonra, MÖ. 70 yılında Romalıların hakimiyetine girmiş.500 yıl kadar süren Romalılar döneminde kent, oldukça gelişmiş. Romalılar bir çok tarihi eser yapmışlar. Roma İmparatorluğu bölününce, Amasra Bizans yönetimine geçmiş.

1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya başlatılan akınlar sonrasında, Türk komutan Emir Kara Tigin, Amasra'yı kuşatmış, ancak şehri alamamış. XIII. Yüzyılda Cenevizliler şehri ele geçirmiş. Cenevizliler döneminde de kent, önemli bir liman kenti olmuş. Fatih Sultan Mehmet ise, Ekim 1460 tarihinde Amasra'yı Osmanlı topraklarına katmış.

Kuş Kayası Anıtı, Amasra'ya giderken sağ tarafta kalıyor. Yüksek bir tepedeki kayalığa yapılmış anıta, ağaçtan yapılmış merdiven basamaklarını tırmanarak ulaşıyoruz. Basamakları ağır adımlarla çıkıyoruz. Çünkü yağmur nedeniyle basamaklar kayıyor.Ayrıca yolumuz epeyce uzun.Anıt,bir kayanın oyulmasıyla oluşturulmuş.Kemerli bir nişin içine 180 cm. boyunda insan kabartması yapılmış. Bu kabartmanın yanındaki yarım sütunun üzerinde ise sütun üzerinde duran kartal kabartması ve bir de kitabe var.Sanki Romalı bir asker, tüm heybetiyle karşımızda durmuş ve bizi selamlıyor. Gerçekten çok güzel bir anıt bu. Anadolu'nun dört bir yanındaki tüm Roma kalıntıları gibi, Kuş Kayası Anıtı da muhteşem.Anıtın en önemli özelliği, Anadolu'da bilinen tek yol anıtı olması ve tarihi İpek Yolu'nun Karadeniz'e olan çıkış noktasında bulunması. Anıt,M.S. I. Yüzyılda Roma İmparatoru Tiberius zamanında, Gaius Iulius Aguilla tarafından yaptırılmış.Anıtın bulunduğu tepeden görünen manzara harika. Burada bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Kuş Kayası Anıtını gördükten sonra virajlı yollarda ilerlemeye devam ediyoruz. Bu keskin virajlar, yakında karşımıza denizin çıkacağının göstergesi. Yaklaşık 15 dakikalık yolculuğumuzun sonunda, Bakacak Tepesi mevkiinde otobüsten iniyoruz. Rehberimiz " Çeşm-i Cihan" denilen yere geldiğimizi söylüyor. Büyük bir merak ve heyecan içinde otobüsten iniyoruz. İşte sonunda Çeşm-i Cihan karşımızda. Aman Allahım, o kadar muhteşem bir manzara ki bu, adeta olduğumuz yerde çakılıp kalıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla büyüleniyoruz. Buradan nasıl ayrılacağız? Deniz karşımızda , koylar ise bir dantel gibi süslemiş denizi. Mavinin, yeşilin,kahverenginin , grinin karışımından oluşmuş eşsiz bir doğa manzarası.Gri bulutlu, yağmurlu bir havada da bile bu manzara bu kadar güzelse, kim bilir ilkbahar ve yaz aylarında nasıl doyulmaz olur. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet, Lalası ve diğer Saray erkanı ile birlikte avlanmak üzere Amasra'ya gelmiş. Çadırlarını kurmak üzereyken gördükleri bu manzara, Fatih Sultan Mehmet'i çok etkilemiş. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet lalasına dönerek" Lala, Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola?, " demiş."Çeşm-i Cihan" , dünyanın gözü, göz bebeği demekmiş.Yani Fatih Sultan Mehmet bu manzaranın dünyada bir eşinin daha olamayacağını düşünerek buraya, "Çeşm-i Cihan " adını vermiş. Gerçekten de Çeşm-i Cihan bu olsa gerek.Manzarayı hafızamıza kazımak için dakikalarca bakıyoruz. Herkes, birbiriyle yarışırcasına fotoğraf çekiyor.Bu arada tüm tur katılanları bir araya geliyor ve otobüste anlaştığımız üzere rehberimiz Özlem'e dönerek," Özlem, Özlem Çeşm-i Cihan bu mu ola " diye bağırıyoruz. Öyle hoşumuza gidiyor ki bu yaptığımız, hepimiz çocuklar gibi mutlu oluyoruz.

Çeşm-Cihan'ın manzarasını seyretmek için durduğumuz tepede,alışveriş yapma imkanı da buluyoruz.Yöre insanı, küçücük teneke sobaların üzerine koyduğu tepsilerde, kestane kavurup satıyor. Doğrusu sıcacık kestane hepimize çok hoş geliyor. Burada ev yapımı reçel, salça, marmelat, her çeşit meyve kurusu,sade tarhana ve kızılcık tarhanası, erişte alabilirsiniz. Elimizde kavanozlar, poşetler dolusu ev yapımı ürünlerle, otobüsteki yerlerimizi alıyoruz.

Kısa bir yolculuktan sonra Amasra'ya ulaşıyoruz. Sonunda kıvrıla kıvrıla uzanan yol bitiyor. Karşımızda deniz ve deniz kıyısına kurulmuş şirin Amasra var.Rehberimiz önce Kaleyi gezeceğimizi söylüyor.

Amasra Kalesi Bizanslılar tarafından yaptırılmış.Kale Cenevizliler ve daha sonra Osmanlılar döneminde, yani 14 ile 15. yüzyılda onarımlar geçirmiş.Şimdi kalenin bir çok bölümü yıkık durumda. Giriş kapıları sağlam. Kale kapılarının birinin adı Zindan Kalesi, diğerinin adı ise Sormagir Kalesi. Kale büyük kesme taşlarla yapılmış olup, dikdörtgen biçiminde ve her kenarı 500- 600 metre uzunlukta. Kalenin 24 adet burcu ve kulesi var. Kalede kraliçe Amastris' in sarayı,freskli iki küçük kilise ve su kemeri kalıntısı mevcut.

Kalenin içinde Fatih Camiini de görüyoruz. Aslında burası 9. Yüzyılda yapılmış eski Bizans kilisesi imiş.Fatih Sultan Mehmet Amasra'yı fethedince, bu kiliseyi camiye çevirmiş. Kilisenin ilk cemaat ve apsis bölümü de daha sonradan camiinin iç mekanına dahil edilmiş.

Kaleyi ve içindeki eserleri gördükten sonra, yürümekten biraz yorulmuş ve acıkmış vaziyette Amasra sahilinde mola veriyoruz. Rehberimiz öğle yemeği için Çeşm-i Cihan Lokantasına gideceğimizi söylüyor. Lokantada limitsiz balık ve salata bizi bekliyor. Koşar adım ilerliyoruz. Çeşm-i Cihan lokantası denize nazır bir lokanta. Manzara çok güzel. Hemen İstanbul aklımıza geliyor. Sanki Boğazda, bir balık lokantasındaymışız gibi.Yine güzelim İstanbul'u hatırlamadan yapamıyoruz işte. Balıklarımız nar gibi kızarmış olarak geliyor. Menüde istavrit, hamsi, mezgit var. Bütün balıklardan istediğiniz kadar yiyebilirsiniz, limit yok. Salata ise süper. Amasra'nın taze balığı ve salatası meşhurmuş. Salatanın içinde en az 14 çeşit sebze varmış.Neler mi?Aklımda kalanları sayayım, domates, salatalık, biber, göbek salata, havuç, kırmızı lahana ve beyaz lahana, kırmızı turp, beyaz turp, kornişon turşu, yeşil zeytin,maydanoz, dere otu, roka. Doğrusu bu kadar lezzetli ve görüntüsü bu kadar güzel olan bir salata bugüne kadar yemedim. Bütün malzemeler özenle ve değişik şekiller verilerek kesilmiş. Salatanın görüntüsünü bozmaya kıyamıyorsunuz.Sosu da enfes. Hepimiz bol bol salata ve balık yiyoruz. Bu nefis tatları, ömür boyu unutamayız.Yemeğimizi yedikten sonra sahilde yürüyüş yapıyor ve tavşan kanı çaylarımızı yudumluyoruz.

Rehberimiz yöresel el sanatlarını bulabileceğimiz Tahtacılar ( Çekiciler) Çarşısında alışveriş yapabileceğimizi söylüyor.Yöreye özgü tel kırma işçiliğiyle yapılmış masa örtüleri, kırlentler, sehpa ve vitrin örtüsü takımlarını, mevlitlerde takılmak üzere hazırlanmış baş örtülerini hayranlıkla seyrediyoruz. Ağaç oymacılığı ile yapılmış bastonlar, ev eşyaları, süs eşyaları da görülmeye değer. Hepsi el emeği göz nuru. Yöre insanının ne kadar yaratıcı ve maharetli olduğu bu el yapımı eserlerden anlaşılıyor. Hediyelik eşyalarımızı alıp, çarşıdan ayrılıyoruz.

Amasra'ya gelip te tekne turu yapmadan olur mu hiç? Hava kapalı fakat, fazla soğuk değil.Teknemiz bizi sahilde bekliyor. Koşar adımlarla sahile gidiyor ve tekneye doluşuyoruz. Tekne gezimiz oldukça eğlenceli geçiyor. Hareketli ve güncel müzikler eşliğinde oyunlar oynanıyor, danslar yapılıyor. Bu arada manzara da eşsiz. Amasra'nın koyları çok güzel. Tüm bu güzellikleri fotoğraflıyoruz.Küçük ve sevimli Tavşan Adasının önünden geçiyoruz.O da ne irili ufaklı, kimi beyaz, kimi gri, kimisi siyah tavşanlar, adada bir oraya bir buraya koşturup duruyorlar. Burası gerçekten de Tavşan adasıymış. Ne güzel,yalnızca tavşanlara ait bir ada.Tavşan adasını ve deniz fenerini de fotoğraf karelerimize alıyoruz. Tekne turu öyle keyifli ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile.Bu güzellikleri paylaşmanın verdiği mutlulukla,birbirimizle daha çok kaynaşmış olarak tekneden iniyoruz.

Ne yazık ki Amasra gezimiz bitiyor. Güzel şeyler çabuk sona erermiş. Amasra gezisi de çabucak bitiveriyor işte. Hani bir çok gezi yazısında şöyle derler; şuraya giderseniz şunları yapmadan dönmeyin diye. Amasra'ya giderseniz eğer, Kuş Kayası Anıtını, Çeşm-i Cihan'ı ve Amasra Kalesini görmeden, sahilde taze balık ve Amasra'nın nefis salatasını yemeden, sakın dönmeyin. Umarım bir gün, yine bu şirin şehre yolumuz düşer.Hoşçakal şirin Amasra, hoş çakal çeşm-i cihan...

hürriyet:Zeynep Albayrak

0 yorum: